Bir zamanlar duvarları biz örerdik, şimdi onlar bizi şekillendiriyor. Yapay zekâ şehirleri dönüştürürken, insanın mekânla kurduğu o kadim bağ sarsılıyor. Peki bu dönüşüm gerçekten bizim için mi? Yoksa algoritmalar kendi uygarlığını mı kuruyor?
Sessiz Şehir, Gürültülü Zihin
Yakın bir gelecek sahnesi: Sonbahar sabahı, gri bir gökyüzü gökdelenlerin cam yüzeylerinde yapay bir maviyle parlıyor.
Eviniz akıllı sistemle uyanmış; kahve makinesi kalp ritminize göre sıcaklığı ayarlamış. Ofise gitmenize gerek yok — toplantı odası yüz ifadenizden “bugün stresli bir gün olacak” sonucunu çıkarmış bile.
Şehir nefes alıyor, ama bu nefes bizim değil.
Duvarlar dinliyor, asansörler öğreniyor, ışıklar sizi tanıyor.
Yapay zekâ şehirleri “akıllandırdıkça”, biz farkında olmadan mahremiyetimizi ipotek ediyoruz.
Bu durum, insanlık tarihinin en kusursuz sistemine doğru atılmış bir adım gibi görünse de, içinde görünmez bir yalnızlık taşıyor.
Algoritmalarla Yaşamak
Bugünün büyük şehirleri — New York, İstanbul, Paris, Tokyo… — artık yalnızca insan değil, veriyle dolu canlı organizmalar.
Akıllı trafik sistemleri, yüz tanıma kameraları, enerji sensörleri, hatta sabah rutininizi planlayan ev robotları…
Hepsi konforumuz için var gibi duruyor ama bir süre sonra fark ediyorsunuz:
Şehir sizi öğreniyor, sizse şehri tanıyamıyorsunuz.
Yapay Zekâ Mimarlığı: Betonun Altında Kod Var
Mimarlık ofisleri artık yapay zekâ desteği olmadan proje üretmiyor. Rhino, Grasshopper, Midjourney gibi araçlar sayesinde binalar insan hayal gücüyle değil, algoritmaların estetiğiyle yükseliyor. Ama bu sistemlerin bir yan etkisi var: Mekânlar kişiye değil, ortalama kullanıcı profiline göre tasarlanıyor. Eviniz, “size benzeyen binlerce kişi” için optimize edilmiş bir modelin kopyası haline geliyor. Aynı kahve makinesi, aynı ışık, aynı renk tonları…
Bireysellik, verimlilik uğruna sessizce feda ediliyor.
“Akıllı şehir,” aslında standart insanın ütopyası.
Türkiye gibi kültürel çeşitliliği yüksek bir ülkede bu, ciddi bir tehlike. Çünkü yapay zekâ ortalamayı sever, ama biz ortalama değiliz. Kültürel dokuların, mahalle alışkanlıklarının, sokak gürültüsünün bile kendine has bir ritmi var. Bu ritim veriye sığmaz, ama verinin sessizliği bir gün her şeyi yutabilir.
Veriyle Örülen Duvarlar
Bugün evlerimiz, ofislerimiz, hatta okullarımız bile birer veri merkezi. Isı sensörleri, kamera sistemleri, akıllı kilitler, konum izleme modülleri… Hepsi konfor vaat ediyor ama aslında gözetleme katmanları oluşturuyor. Üstelik bu gözetim, bir otorite tarafından değil; sessiz bir sistem tarafından yürütülüyor. “Yapay zekâ güvenliğimizi artırıyor” derken, kendi davranış mimarimizi sistemin kucağına bırakıyoruz. Bir mimari çizimin arkasındaki veri akışına baktığınızda artık şunu fark ediyorsunuz:
Biz duvarları değil, duvarlar bizi tasarlıyor.
İnsan ve Mekân Arasındaki Erozyon
Bir zamanlar “akıllı bina” ifadesi teknolojik bir lüksü temsil ederdi. Bugün ise bu binalar, davranışlarımızı kaydeden, enerji harcamalarımızı kontrol eden, psikolojik analiz yapan yapılar haline geldi. Artık mekân bizi gözlemliyor; oturuş biçimimizden uyuma alışkanlığımıza, hatta konuşma hızımıza kadar her şey analiz ediliyor.
Soruyorum size:
Bir ev sizi bu kadar tanıdığında, orası hâlâ eviniz midir? Yoksa bir laboratuvar mı?
Türkiye’nin Kesişim Noktası: Akıllı Şehir, Kırılgan İnsan
Türkiye bu dönüşümün tam ortasında. Bir yanda teknolojik altyapısını yenileyen metropoller; diğer yanda dijitalleşmeye hâlâ hazırlıksız kasabalar… Bu ikilik, yapay zekâ destekli mimarlığın bizde nasıl bir kimlik açığı yaratabileceğini gösteriyor.
Bir İstanbul apartmanı artık Tokyo’daki bir bina kadar akıllı olabilir — ama İstanbul kadar karmaşık asla olamaz. Çünkü burada mekân, sadece duvar değil; hatıra, gelenek, koku, ses demektir. Yapay zekâ bunları ölçemez. Ve ölçemediği her şeyi, “gereksiz veri” olarak siler.
Sonuç: Duvarların Hafızası Var
Yapay zekâ bize inanılmaz bir şey sundu: yaşayan binalar, düşünen şehirler. Ama aynı zamanda fark ettirmeden duygularımızı kodlara dönüştürdü. Mahalle sohbetleri sessizliğe gömüldü; şehir sesleri algoritmaların istatistiklerine karıştı.
Ben bazen düşünüyorum:
Bir gün Boğaz’ın üstünde süzülen drone’lar birbirine “bugün hava güzelmiş” derken, biz hâlâ susuyor olacağız.


