Doç.Dr. Göknur Akçadağ- İstanbul, Nişantaşı Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı & UN Women, Women’s Economic Empowerment Platform, Global Champion (2016-..)
İnsani Gelişme Endeksi 2018, dünya genelinde yaşanan eşitsizliklerin, sürdürülebilir insani gelişme sürecinin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu vurguluyor. Güncel çeşitli raporlar kadına yönelik şiddetin çeşitli boyutlarını ortaya koymaktadır. Georgetown Kadın, Barış ve Güvenlik Enstitüsü’nün hazırladığı Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi, 167 ülkenin değerlendirdi ve dünya ülkelerinin % 90’ının cinsiyetçi yasalara sahip olduğunu, bu ülkelerde kadınlara negatif ayrımcılık yapan en az bir yasa olduğunu gösterdi. Araştırma, 2018’de 379 milyon kadının aile içi şiddet gördüğünü de ortaya koydu. Farklı araştırmalara göre, Türkiye’de kadınların en önemli sorunu olarak “şiddet” ön sıralarda yer almaktadır.
İnsan hakları, bütün insanların insan onuruna yaraşır biçimde davranılma hakkı bulunduğuna işaret eder. Fakat bu durum tam olarak kadınlar için bu gerçekleşmiş değildir. Ataerkil toplumsal cinsiyet kalıpları ufak tefek değişikliklerle ama özünde değişmeden, toplumdan topluma ve dönemden döneme aktarılmıştır. Bu kalıplar, bireysel özgürlükleri yok ederek, kadınlar için eşitsizlik ve baskı altına alınma durumuna yol açmıştır. Kadınlara yönelik şiddet, bütün toplumlarda kadınlar ile erkekler arasında eşit bir güç dengesinin bulunmamasının sonucudur, bu nedenle de evrensel bir olgu olarak Dünya’da her ülkede görülmeye devam etmektedir.
Kadınların eşitsizlikten kaynaklanan sorunlarının dile getirilmesi ve çözülmesinin gecikmesi, uzun süre kadın haklarının genel olarak insan hakları içinde ele alınıp tanınmasından kaynaklanmaktadır. Ancak 1970’lerden sonra uluslararası hukukun genel düzenlemelerinin eksik kaldığı düşünülerek, kadın haklarına ve sorunlarına ilişkin özel düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç olduğu kabul edildi. Birleşmiş Milletler’in 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olan ve 1979’da ülkelerin imzasına açılan “Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW), kadınların insan haklarını korumak ve kadınlara yönelik ayrımcılığın tüm biçimlerini önlemek, kadınların toplumsal durumlarını iyileştirmek, toplumsal cinsiyete dayalı basmakalıp yargıları önlemek üzere oluşturuldu. CEDAW sonrasında, “kadınların insan hakları” kavramı, uluslar arası hukuk belgelerinde giderek daha fazla yer almaya başladı.
Türkiye’nin onaylamasıyla 2014’te yürürlüğe giren “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) ise, hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belgedir. CEDAW gibi İstanbul Sözleşmesi de ulusal hukukun üstünde, taraf devletlerin sözleşmelere uymasının denetlendiği bir sözleşmedir. İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliklerinden biri, kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul etmesidir. İstanbul Sözleşmesini temel alarak hazırlanan 2012 yılında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, aile içi şiddete maruz kalan eş ve çocuklar ile aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri, tek taraflı ısrarlı takip mağdurları, mahkemece ayrılık kararı verilen veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı olan ya da evli olmalarına rağmen fiilen ayrı yaşayan aile bireyleri faydalanabilmektedir. Türk Medeni Kanunundaki şartların varlığı hâlinde ve talep üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulabilir. Şiddet uygulayan ya da uygulama ihtimali bulunan kişi, hükmedilen tedbir kararlarını ihlal etmesi durumunda üç günden on güne kadar zorlama hapsi ile cezalandırılabilir.
Bunlar önemli kazanımlardır; ancak kadınların insan haklarına ilişkin ihlallerin dünyanın her yerinde ve ülkemizde sürdüğü, toplumu derinden yaraladığı unutulmamalıdır. Uluslararası sözleşmeler ve 6284 sayılı Kanun, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı (2016-2020), şiddeti önlemek için yeterli olsa bile, önemli olan uygulamadaki sorunların giderilmesidir. Yasalara rağmen, şiddetin önlenememesinin başta gelen nedenlerinden biri, ülkemizde cinsiyet eşitliği zihniyetinin yerleşmemiş olmasıdır. Şiddet ortaya çıkmadan durdurmak çok daha önemlidir
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’nün, İstanbul’un 39 ilçesinde “kadına şiddet” ve “kadın cinayeti” vakalarının 2017-18 istatistiki verileri sunulmak suretiyle kadına şiddet-kadın cinayetleri ile alakalı gerçek hayattan vakaların nitel değerlendirmesinin yapıldığı bir çalışmada (M. Çalışkan, İstanbul’da Kadına Şiddet ve Kadın Cinayeti Vakalarına Yönelik Nicel-Nitel Bir İnceleme”, BAİBÜ, SBE Dergisi, 2019, Cilt: 19, Sayı: 1) polisiye tedbirlerin kadına şiddet konularında sınırlı bir etki yapabileceği ve tüm kurumların ortak tedbirleriyle sorunların aşılabileceği vurgusu yapılmıştır.

Araştırmada, İstanbul’da kadına şiddet konuları ile alakalı İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan başvurular, Elektronik Belge Yönetim Sistemi verilerine göre sınıflandırılmıştır. Kadına şiddet ile alakalı olarak, emniyet birimlerine en fazla intikal eden başvuruların, tehdit, kasten yaralama, hakaret, tedbir kararına aykırılık, cinsel saldırı, cinsel taciz, cinsel istismar konuları olduğu görülmektedir. Suçluların, işledikleri suçu normalleştirmek adına öne sürdükleri başlıca gerekçeler, kadının ayrılık talebi, namus, kıskançlık, aldatma olarak öne çıkmaktadır. İstanbul gibi metropol bir şehirde kadına yönelik şiddetin rakamları ve gerekçeleri, kadınların karşı karşıya olduğu durumu lokal bazda ortaya koymaktadır. Erkekler için böyle bir veri tablosu olmadığına göre, kadınların erkekleri benzeri gerekçelerle şiddete uğrattıkları bir durum olmadığına göre, kadınlara yönelik yazılan gerekçelerle, çeşitli bahanelerle uygulanan şiddetin asıl nedeninin kadına karşı güç kullanımı ve cinsiyetçi yaklaşım olduğu, sadece ekonomik veya aile içi sorunlarla açıklanamayacağı, erkek eş için işsizlik ve yoksulluğun, kadına yönelik şiddeti olağanlaştırmak için bir araç işlevi gördüğü görülmektedir. Nitekim kadına şiddet uygulayan erkekler, aynı gerekçeler ile dışardaki yabancılara veya çevresindekilere şiddet uygulamamaktadır.
Şiddetin önlenmesinde mesafe alınması için öncelikle şiddetin kaynağı olan eşitsizliğin varlığı kabul ederek, toplumun bu konuda okul öncesi süreçlerden başlanarak her kesimin eğitilmesi, kadınlar ve erkekler için eşit haklara ve fırsatlara dayanan eşit ilişkiler kurulması, ana-babalık rollerindeki sorumluluk paylaşımı, aile yaşamının güç ilişkisi odaklı kadını aşağıda gören yaklaşımların, alışkanlıkların değişmesi, toplumun her kesiminin cinsiyet ayrımcılığına hassasiyetle yaklaşılmasını sağlanması, resmi odakların ve sivil toplum kuruluşlarının etkin politikalar ve işbirlikleri geliştirmeleri önemlidir. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti sona erdirmek kısa süreli bir çaba değildir, koordineli ve sürekli olarak çaba gösterilmesini gerekir.