(TURKISHJOURNAL) – Rıza Davutoğlu, Uluslararası Ticaret Uzmanı – Amerika Birleşik Devletleri’nde ticaret politikalarının seyri, 2025 yılında başkan Donald Trump’ın “Liberation Day” olarak adlandırdığı günle yeni bir döneme girdi. Bu dönem, ithalata getirilen yeni tarifelerle şekillendi. Yale University Budget Lab’in verilerine göre, ortalama ABD gümrük vergi oranı %2,5’ten %17,8’e yükseldi – bu oran 1934’ten beri görülen en yüksek seviye.
Bu yeni tarife ortamı, ABD’ye ihracat yapan ülkeler için yeni riskler kadar yeni fırsatlar da barındırıyor. Bu yazıda, Türk gıda ürünlerinin ABD’deki geleceğini, 28 yıllık ihracat deneyimime dayanarak değerlendiriyor ve çözüm odaklı bir perspektif sunuyorum.
ABD Pazarlamasında Ambalaj, Kalite ve Güven Unsurları
Türkiye’de üretilen çok sayıda ürün başlangıçta Amerikan pazarına uygun olmasa dahi, birtakım çalışmalarla bu uygunluk sağlanabilmektedir. Söz konusu uygunluk sadece içerik kalitesiyle sınırlı değildir. ABD pazarında, ambalaj şekli, etiket içeriği ve regülasyon uyumu şarttır. Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) standartlarına uygun olmayan bir etiket, tüm lojistik ve pazarlama çabalarını boşa çıkarabilir.
Bu nedenle, Türk firmalarının ambalaj tasarımlarını “ons” bazlı gramaja göre yapması, İngilizce ve tercihen İspanyolca etiket kullanması, besin değeri tablolarını Amerikan normlarına göre oluşturması gerekiyor.
Geçmişte çeşitli şirketler bünyesinde hem bizim yaptığımız, hem de diğer firmaların yaptığı yoğun çalışmalar, Türkiye’de üretilen ürünlere ilişkin bahsi geçen yöndeki çabaların sonuç verdiğini ve Türk ürünlerinin ABD regülasyonlarına uyumlu hale getirilebildiğini ortaya koymuştur.
Türk Gıda Ürünlerinin ABD Pazarında Yükselişi ve Sonrasında Yaşanan Gerileme
ABD pazarına giriş için ambalaj ve etiketleme süreçlerinde gerekli dönüşümler başarıyla sağlandıktan sonra, Türk ürünlerinin ciddi bir rekabet avantajı elde ettiğine bizzat şahit oldum. Bu süreçte, yaklaşık 15 farklı Türk üreticisiyle birebir çalışarak onların ürünlerinin Amerikan regülasyonlarına uygun hale gelmesini sağladık. Ambalaj gramajlarını ons cinsine çevirdik, FDA standartlarına uygun besin öğeleri tabloları hazırladık, İngilizce ve İspanyolca etiketleri yeniden tasarladık. Ambalaj güvenliği açısından mühürlü kapaklar ve shrink wrap sistemine geçtik. Bu teknik düzenlemeler, ürünlerin Amerikan market zincirlerine girmesinin önünü açtı.
Amerika ile Türkiye arasındaki ticari ilişkilerde uygulanan görece düşük gümrük tarifeleri de bu süreçte Türk ürünleri için ek bir avantaj sağladı. Ürünlerin sevkiyat süresinin 20 gün gibi kısa bir zaman diliminde New York limanına ulaşması, tazelik ve maliyet açısından da rekabetçi olmalarını sağladı. Özellikle ABD’deki Müslüman tüketici grubu için Türkiye, kaliteli ve uygun fiyatlı ürünlerin öncelikli tedarikçisi haline geldi. Diğer üretici ülkelerin aksine, Türkiye’deki üreticilerin esnekliği sayesinde müşteri talebine uygun kişiselleştirilmiş üretimler mümkün hale geldi.
Bu dönemde mağazalara hitap eden özel koleksiyonlar hazırladım. Bunlar arasında dolar mağazaları (dollar stores) için özel olarak geliştirdiğimiz ekonomik segment ürün grupları yer aldı. Doğrudan bu mağazalara satış yapılamadığı için, Baltimore, Washington DC, Miami ve Kaliforniya gibi eyaletlerdeki ithalatçılarla iş birliğine giderek ürünlerin ABD’ye girişini ve bölgesel dağıtımını sağladık. Ürünler önce dolar mağazalarında kabul gördü, ardından diğer süpermarket zincirlerinin de dikkatini çekti. Bu başarı sayesinde Türk ürünleri hızla pazar payı kazandı. Bu süreçte ABD pazarındaki fırsatı gören diğer Türk üreticiler de bizim açtığımız yoldan giderek ABD pazarına girdi.
Amerikalı ithalatçıların Türk üreticilere olan güveni arttıkça, özel siparişlerle Türk fabrikalarına talepler geldi. ABD’li şirketler, Türk üreticilerin esnekliğini, uygun maliyetle kaliteli üretim yapabilme becerisini ve hızlı teslimat kabiliyetini övdüler. Ancak bu olumlu gidişat ne yazık ki kısa sürdü.
Birçok Türk şirket, başlangıçta verdiği kaliteli hizmeti ve fiyat istikrarını bozdu. Taahhüt ettikleri fiyatlarla birkaç sevkiyat gerçekleştirdikten sonra fiyat artışına gitmek istediler. Ancak ABD tarafı ödemelerini döviz bazında yaptığı için bu artışlar makul bulunmadı. Bazı firmalar ise fiyatı sabit tutarak ürün kalitesinden ödün vermeye başladılar. İlk sevkiyatlardaki kaliteyi düşüren bu yaklaşım, ithalatçıların dikkatinden kaçmadı ve alternatif ülkelere, örneğin Polonya ve Mısır gibi pazarlara yönelmelerine neden oldu.
En ciddi sorun ise bazı üreticilerin etik dışı davranışları oldu. Ürün etiketlerinde yanlış içerik bilgileri verdiler; örneğin meyve oranı %50 olarak belirtilmiş bir reçelin içerisinde %30 meyve yer aldı. Bal ürünlerinde kalite düşürülerek alt sınıf ürünler gönderildi. Kuru meyvelerde beyan edilen kalibre ile paketlenen ürünler arasında farklar ortaya çıktı. Bu durum, ithalatçıların ürünleri geri çekmesine, hatta bazı durumlarda yasal yaptırımlarla karşılaşmalarına yol açtı.
Bu gelişmelerin ardından, Amerikalı ithalatçılar SGS ve benzeri denetim firmalarıyla daha yakın çalışmaya başladılar. Ürün analizleri sıklaştırıldı, belge talepleri artırıldı. Türk üreticiler için evrak yükü, test ve analiz maliyetleri de ciddi boyutlara ulaştı. Bu da fiyat rekabetini olumsuz etkiledi ve bazı firmalar pazardan çekildi.
Üstelik dünyada gelişen Covid-19 pandemisi ve sonrasındaki savaşlar nedeniyle navlun fiyatları da ciddi şekilde arttı. Daha önce 2.000 – 3.000 dolar aralığında ABD’ye ulaşan 40’lık konteynerler artık 5.000 – 6.000 dolar seviyelerine yükseldi. Bu maliyet artışları da perakende fiyatlara yansıdı. Türk ürünleri, rekabetçi fiyat avantajını kaybetmeye başladı.
Bugün geldiğimiz noktada, Türk ürünlerinin ABD pazarındaki payı gerilemiş durumda. Ambalaj, kalite ve etik standartlar konusunda gösterilen özenin sürekliliği sağlanamadığı için pazar güveni sarsıldı. Ancak hâlâ yüksek potansiyele sahip Türk markaları, etik kurallara ve regülasyonlara sadık kaldıkları sürece, Amerikan pazarında yeniden güçlü bir konum elde edebilirler.Formun ÜstüFormun Altı
Gümrük Tarifelerindeki Artışın Türk Ürünlerine Etkisi: Kırılgan Dengede Sert Sarsıntı
Son dönemde ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı gümrük vergisi oranlarının yüzde 10’dan yüzde 20’ye yükselmesi hem üreticiler hem de ithalatçılar açısından ciddi bir kırılma noktası oluşturmuştur. Bu oran artışı, doğrudan ürün fiyatlarına yansımış ve Türk menşeli ürünlerin rekabet avantajını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Gerek üretim maliyetlerinin zaten yüksek seyrettiği bir dönemde, gerekse navlun giderlerinin tavan yaptığı bir ortamda, %10’luk vergi artışı ihracat yapısına adeta bir darbe etkisi yaratmıştır.
İthalatçılar bu artışı fiyatlara yansıtmakta zorlandılar; çünkü Amerikan pazarında fiyat esnekliği oldukça sınırlıdır. Alıcıların fiyat hassasiyeti yüksek, zincir mağazalar ise ürün başına belirli kar marjlarını aşamamaktadır. Bu koşullar altında, ürün fiyatlarının yukarı çekilmesi satışların düşmesine, hatta bazı siparişlerin tamamen iptal edilmesine neden oldu.
Alternatif pazarlara yönelme eğilimi bu noktada belirginleşti. İthalatçılar, fiyat-performans dengesini koruyabilmek adına Ürdün, Lübnan, Mısır, Polonya ve Uzak Doğu ülkelerine yönelmeye başladılar. Bu yönelim, sadece daha düşük maliyet beklentisiyle değil, aynı zamanda tedarik zincirindeki sürekliliği ve istikrarı güvence altına alma arayışıyla da bağlantılıdır. Çin her ne kadar lojistikte önde gelen bir ülke olsa da son dönemdeki yüksek vergi tarifeleri nedeniyle artık fiyat avantajı sağlayamamaktadır. Bu durum, Çin dışındaki Uzak Doğu ülkeleri—Vietnam, Hong Kong gibi—için yeni fırsatlar yaratırken, Türk ürünlerinin pazar içindeki konumunu daha da zayıflatmıştır.
Artan gümrük vergileri, sadece mevcut ürünlerin fiyatını değil, yeni ürünlerin pazara girişini de zorlaştırdı. Pazarlama faaliyetleri neredeyse durma noktasına geldi.
Neticede, daha önce 10 kategori ürünle temsil edilen Türk markaları, bugün 3 veya 4 kategoriye düşmüş durumda. Bu, sadece ürün çeşitliliğinin azalması değil, aynı zamanda Türkiye’nin ABD pazarındaki kültürel ve ekonomik temsiliyetinin de daralması anlamına geliyor.
Türkiye’de son yıllarda yüksek seyreden enflasyon, işçilik ve üretim maliyetlerini önemli ölçüde artırmış durumda. Ancak Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikaları nedeniyle, USD/TL kuru enflasyon oranı kadar yükselmemekte. Bu durum, ihracat yapan üreticilerin dolar bazlı maliyetlerini yukarı çekiyor. Artan bu maliyetleri ABD pazarındaki alıcılara yansıtamayan Türk üreticileri ise iki seçenekle karşı karşıya kalıyor: ya kar marjlarından ciddi şekilde ödün veriyorlar ya da rekabet gücünü yitirerek ABD pazarından çekilmek zorunda kalıyorlar.
Özetle, ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı yeni vergi tarifesi düzenlemesi, mevcut ihracat hacmini doğrudan etkilemekle kalmamış; pazarlama, yatırım ve ürün çeşitliliği gibi daha geniş bir yelpazede de olumsuz etkiler yaratmıştır. Bu ortamda, Türk üreticiler ve ithalatçılar daha fazla dayanışma ve şeffaflık içinde hareket etmeli; ürün kalitesini ve regülasyon uyumunu tavizsiz bir şekilde koruyarak güven tazelemeyi hedeflemelidir. Ancak bu şekilde Türk ürünleri, yeniden Amerikan pazarında güçlü bir konuma yükselebilir.
Türk Gıda İhracatçıları İçin Stratejik Çıkış Yolu: Uyum, Yenilik ve İşbirliği Temelli Bir Dönüşüm
ABD pazarında karşılaşılan yüksek tarife duvarları, artan lojistik maliyetleri ve fiyat rekabetinin sertleştiği bir ortamda, Türk gıda ihracatçılarının sürdürülebilir bir büyüme sağlayabilmesi artık yalnızca fiyat avantajıyla mümkün değildir. Bu yeni denklem, daha sofistike, uyumlu ve stratejik hareket etmeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda, yüksek maliyetli pazarda rekabet edebilmek için uygulanabilecek çok boyutlu bir yol haritası oluşturulmalıdır.
- İlk olarak, üreticilerimizin kalite standartlarında süreklilik sağlaması, regülasyonlara tam uyum göstermesi ve 3. taraf sertifikasyon süreçlerini eksiksiz tamamlaması hayati önem taşımaktadır. FDA denetimleri, ithalat kontrolleri ve zincir mağaza kabul süreçleri ancak bu tür belgelerle güvence altına alınabilmektedir.
- Bu teknik yeterlilik sağlandıktan sonra, ABD içinde stratejik noktalarda depo ve dağıtım altyapısının kurulması, teslimat sürelerini kısaltmak ve navlun maliyetlerini azaltmak adına önemli bir avantaj sağlayacaktır.
- Aynı zamanda, ABD’li büyük zincirlerin private-label tedarikçi ağlarına katılmak, istikrarlı ve ölçeklenebilir bir ihracat modeli yaratma açısından öne çıkmaktadır. Bu noktada, esnek üretim politikaları, sadeleştirilmiş etiket tasarımı ve iki dilli ambalajlama stratejileri kritik rol oynar. Üreticilerin bu noktada kendi markaları yerine alıcı markasıyla üretim yapma seçeneğine de açık olması gerekir.
- Artan tarife yükünü dengelemek için “tarife mühendisliği” ve menşe avantajlarından yararlanmak da önemli bir taktiktir. Bazı ürünler, bileşenlerinin ve üretim sürecinin yeniden düzenlenmesiyle daha düşük vergilendirilen tarifelere kaydırılabilir. Ayrıca, hammaddenin kısmen GSP (Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi) ülkelerinden temin edilmesiyle menşe avantajı sağlanabilir.
- Öte yandan, gümrük vergilerinden muaf tutulan 800 USD altındaki mikro ihracat sınırını değerlendirmek, e-ihracat kanalları aracılığıyla markalaşma ve doğrudan tüketiciye ulaşma imkânı sunmaktadır. Amazon, Walmart.com gibi platformlar bu noktada büyük fırsatlar barındırmaktadır.
- Tüm bu stratejilerin ötesinde, bazı yüksek taşıma maliyetli veya kısa raf ömürlü ürünlerde ABD’de yerleşik “contract manufacturer” iş birlikleri kurmak ve dolum/etiketleme işlemini ABD tarafında gerçekleştirmek hem vergi yükünü azaltır hem de “Made in USA” etiketiyle raflarda görünürlüğü artırır.
- Son olarak, sektörel dernek ve birliklerle aktif iş birliği kurmak; hem politika yapıcılar nezdinde lobi faaliyetlerine katılımı hem de perakende zincirlerine giriş süreçlerini kolaylaştıracaktır. Tarife istisnaları veya yerel tedarikçi destek programlarından faydalanmak için bu tür ağların desteği kritik önemdedir.
Bu çözüm önerileri bir bütün olarak ele alındığında, Türk gıda ihracatçısının yalnızca mevcut sorunlara direnç göstermekle kalmayıp, aynı zamanda ABD pazarında yeniden güçlü ve sürdürülebilir bir konum elde etmesi mümkündür. Önemli olan, reaktif değil proaktif adımlar atarak uyumlu, yenilikçi ve şeffaf bir dış ticaret politikası yürütmektir.



