(TURKISH JOURNAL) – Dr. Özgenur Reyhan Güler – Bilim insanlığın ortak aklıyla inşa ettiği en güvenilir bilgi sistemidir. Ancak bu bilginin toplumla kurduğu ilişki, bilimin kendisi kadar önemli bir başka süreci işaret eder: bilim iletişimi. Bilimin topluma nasıl anlatıldığı, bilginin nasıl sunulduğu, hangi araçlarla dolaşıma sokulduğu, hatta hangi duygulara hitap ettiği, yalnızca bilimsel bilgiye erişimi değil; aynı zamanda toplumsal güveni, karar alma süreçlerini ve demokratik katılımı da etkiler. Peki bilim iletişimi tarih boyunca nasıl evrildi ve bugün ne gibi sınavlardan geçiyor?
Antik Yunan’da Aristoteles ve Hipokrat gibi düşünürlerin bilimsel düşünceye katkıları, yalnızca akademik çevrelerle sınırlı kalmamış, dönemin halkına da çeşitli yollarla ulaşmıştır. Ancak modern anlamda bilim iletişimi, bilimsel bilginin kitleselleşmesiyle, özellikle 17. yüzyılda başladı. Galileo’nun teleskopla yaptığı gözlemleri kamuya açıklaması ve kiliseye meydan okuması, bilim iletişiminin hem toplumsal hem de siyasal gücünü ortaya koydu.
Bilimsel dergilerin doğuşu (örneğin Philosophical Transactions, 1665), bilim insanlarının yalnızca kendi aralarında değil, zamanla daha geniş çevrelere bilgi aktarabildiği bir zemin yarattı. Fakat bu iletişim hâlâ elitistti; bilgi, “okuyan yazan sınıf” arasında dolaşıyordu.
19. yüzyıl, teknolojik buluşların (elektrik, buhar, telgraf) gündelik hayatı dönüştürdüğü bir dönemdi. Bu dönüşüm, bilim haberlerinin gazetelerde yer alması, bilim fuarlarının düzenlenmesi ve doğa tarihi müzelerinin kurulması gibi gelişmelerle bilimi halkla daha fazla buluşturdu. Örneğin, İngiliz fizikçi Michael Faraday’ın yaptığı popüler halka açık deneyler, yalnızca bilimsel merakı değil, toplumsal ilgiyi de besledi. O yıllarda “halk için bilim” söylemi, eğitici ve aydınlatıcı bir görev üstleniyordu. Ancak bilim yine tek yönlü anlatılıyordu: Bilim insanı konuşuyor, halk dinliyordu.
20. Yüzyıl: Bilim ve Medyanın Evliliği
Radyo, televizyon ve daha sonra internetin hayatımıza girmesiyle bilim iletişimi yeni bir çehre kazandı. 1969’da Ay’a inişin televizyonlardan canlı yayınlanması, dünya çapında milyarlarca insanı bilimle aynı anda buluşturdu. Bu olay, bilim iletişiminin yalnızca bilgi aktarmak değil, duygu yaratmak, heyecan uyandırmak ve toplumsal hafıza oluşturmak gibi işlevlerini de gösterdi.
Soğuk Savaş döneminde, özellikle ABD’de NASA’nın yürüttüğü bilimsel projeler, kamuoyuna büyük bir medya stratejisiyle anlatıldı. Bilim artık yalnızca bilgi değil, imaj da üretmeye başlamıştı.
Günümüzde Bilim İletişimi: Krizler, Algılar ve Sosyal Medya
21. yüzyıla geldiğimizde bilim iletişimi dijitalleşme ve sosyal medya ile demokratikleşti. Artık herkes bilim hakkında konuşabiliyor. Bu, bir yandan bilimi daha erişilebilir hâle getirirken, diğer yandan yanlış bilginin dolaşımını, komplo teorilerinin yayılmasını da hızlandırdı.
Ülkelerdeki doğal afetler bu durumun en net örneklerinden biri oldu. Bilimsel otoriteler bir yanda doğru bilgiyi kamuya aktarmaya çalışırken, diğer yanda sosyal medyada yayılan aşı karşıtı içerikler, bilim iletişiminin kriz dönemlerinde ne denli zorlu bir alan olduğunu ortaya koydu. Burada karşımıza şu temel soru çıkıyor: Bilgiye ulaşmak mı daha zor, yoksa doğru bilgiyle kamuoyu inşa etmek mi?
Ülkemizde bilim iletişimi, ne yazık ki hâlâ akademik çevrelere sıkışmış durumda. Bilimsel projelerin topluma nasıl anlatıldığı, kamusal alanda ne ölçüde yer bulduğu tartışmalı. TÜBİTAK gibi kurumların çabaları olmakla birlikte, bilim insanlarının halka dönük anlatıları sınırlı. Popüler bilim kitapları, belgeseller, dijital platformlar giderek artsa da, bu içeriklerin geniş kitlelere ulaşması için daha stratejik ve disiplinlerarası bir yaklaşım gerekiyor.
Örneğin bilim insanlarının televizyon programlarında yürüttüğü bilimsel anlatılar, ya da belgeseller, Türkiye’de bilim iletişiminin farklı yüzlerini ortaya koyuyor. Ancak bu örnekler hâlâ kişisel çabalar düzeyinde. Kurumsal bir bilim iletişimi politikasına ihtiyaç var.
Bugün geldiğimiz noktada bilim iletişimi yalnızca “anlatmak” değil, anlamak, birlikte üretmek, ortak aklı çoğaltmak anlamına geliyor. Bilim iletişimi artık sadece uzmanların yaptığı bir iş değil; gazetecilerden dijital içerik üreticilerine, sanatçılardan eğitmenlere kadar geniş bir kesimin katılımını gerektiriyor.
İklim krizi, yapay zekâ, genetik teknolojiler gibi karmaşık konular gündemimizi belirlerken, bilim iletişiminin de dili, biçimi ve araçları dönüşmek zorunda. Artık sorumuz şu: Halkı bilimsel gelişmelere ikna etmek mi, yoksa bilimi halkla birlikte üretmek mi?
Çünkü bir toplumun ilerlemesi için yalnızca bilim yeterli değildir; o bilimin anlatılması, anlaşılması ve paylaşılması gerekir.


